Gözlerini otobüsün camından dışarıya dikmiş, dışarıdaki nesnelerin bir nehrin akışı gibi önünden akıp gitmesini seyrediyordu. O anda okuduğu bir kitaptan bir cümle geldi aklına; hız pasifleştirir diyordu yazar. Gerçekten de pasif değil miydi? Dışarıda canlı bir hayat vardı ama o bu hayata sadece bir camekândan bakıyor, binaların kaç katlı olduğunu sayamadan, ağaçların meyvelerini göremeden, çiçeklerin rengini seçemeden görüntü bir anda değişiyordu. Kendisi mi akıyordu zamanda ve mekânda yoksa dışardaki nesneler mi? Gözlerini yavaş yavaş otobüsün içerisine doğru kaydırdı. Etrafına çekimser bir edayla göz gezdirdi ve kendisinin ilerlediğine karar verdi. Hâlbuki bir koltukta oturuyordu. İnsan oturduğu yerde nasıl ilerleyebiliyordu, bazı şeyleri aklı almıyordu.


Aklının almadığı şeyler üzerinde çok fazla durmazdı, yine öyle yaptı. Bu defa gözleri ellerine gitti. Elinde iki adet kitap vardı ve boyun askılı koyu lacivert çantasının üzerinde duruyordu. Çantasını da dizlerinin üzerine güzelce yerleştirmişti. Her zamanki alışkanlıklarından vazgeçemiyordu ve gün içerisinde defalarca kol saatine bakmayı da son zamanlarda vazgeçilmez alışkanlıklarından birisi haline getirmişti. Gözlerini usul usul açık kahverengi tonundaki kol saatine doğru kaydırdı. Saat akşam beşe geliyordu. Otobüs yavaş ilerliyor ve o, eve gidince günün yorgunluğunu atabileceği koltuğunu düşlüyordu. Bu alışkanlıkları da aslında zaman bir an önce geçsin ve hedefine bir an önce varsın diye edinmişti. Bugün günlerden neydi diye düşündü sonra ve telefonu alıp da takvimi açmasının ona uzun bir süre geçireceği anlamına geldiğini düşünerek elini cebindeki telefona götürdü. Kılıfı yıpranmış, ekranı çatlak, kilit tuşunun yarısının kırık olduğu telefonu yavaş yavaş cebinden çıkardı ve tam kırık olan kilit tuşuna basacaktı ki öylece kalakaldı. Yaklaşık bir dakika bu şekilde telefon elinde sanki kendisi kilitliymiş de birisinin düğmesine basmasını bekliyormuş gibi sabitlendi. Bir dakika sonra yavaş yavaş çözülmeye başladı. Vücudunu tekrar hissediyor, uzuvlarını hareket ettirebiliyordu. Birden derin bir korkuya kapıldı. Acaba diğer yolcular bu halini görmüşler miydi? Şoför koltuğunun arkasında oturuyor ve yüzü karşıdaki yolculara dönüktü. Bu durum onu bir anlamda bütün gözlerin odak noktası yapıyordu. Başını sakin bir şekilde, yavaşça telefonun ekranından yukarıya doğru kaldırmaya başladı ve gördüğü manzara karşısında derin bir nefes aldı; kimi yolcular kendi hallerinde kendi yalnızlıklarında derin düşüncelere dalmış, kimi kafasını telefona gömmüş sanki define arıyor, kimi kulaklığını kulağına geçirmiş kendisine kurtuluşunun şifrelerini veren bir kişiyi dinler gibi dikkat kesilmişti. Bazılarının yorgun bedenleri artık başlarını taşıyamaz olmuş ve başlar kendilerine dayanak olarak pencere camlarını seçmişti. Bu manzara onu rahatlattı. Demek ki o halini kimse görmemişti. Oldum olası toplum önünde anormal bir davranış sergilemekten çok korkardı. Neyse ki bu tehlike de böylelikle savuşturtulmuştu.


Fakat ne düşünmüştü o an? Nasıl bir düşünce belirmişti ki zihninde donmuş bir göle indirilen balta gibi şok etkisi yaratmıştı. Aslında her şey çok basit ve açıktı; her günü bir önceki gününe eşit olan bir insan bugünün günlerden ne olduğunu neden merak ediyordu?

M. Abdullah Önder

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz